15 Kasım 2012 Perşembe

' Ne zaman sarhoş oldun da , tek odalı kağıttan şatomda '



Selam, naber blogdaş?

Geçenlerde cânım blogdaşım Sercan ile "haydi blog yazalım artık yahu" hayıflanmalarında bulunduk.
Bugün atmış o ilk adımı. Ben de peşi sıra harekete geçeyim dedim, yoksa paslanıp kalacağız öyle.

Normalde aklımda hiçbir konu yoktu ama yine bugün size tamamen spontane bir şekilde dinlediğim müziklerin bana yaptığı türlü oyunlardan bahsedeceğim.

Az evvel youtube'da bir şeyler izlerken klasik yandaki sekmelere dalarak binbir farklı müzik dinledim. Hep de yakın tarzlar çıktı peşi sıra. Gayet güzel bir şekilde sessiz sakin şarkıları dinliyordum. İşte The Smiths'ten tut, Ferdi Özbeğen'e kadar gitti şarkılar.
Tabii o esnada böyle dingin, hafif hüzünçlü bir ortam da oluştu zihnimde. Düşünüyorum, plan kuruyorum kafamda falan, çoğunu düşüne düşüne deliriyorum, sonra neyse ya diyorum, sonra biraz daha düşünüyorum ve sonra biraz daha..
Anladığınız üzere karıştım da karıştım o şarkılar arkada akıp giderken.
En son baktım Erdem Yener'den Belki çalıyor, onu da dinledim güzelce..
Vee en anlamlı kısma geliyoruz ki; Erdem Yener'i dinledikten sonra üstte Ankaralı Coşkun diye bi abimiz çıktı "Ankara'nın Bağları [Orjinal Klip]" diye karşıma. Bir gaflettir tuttum onu da açtım, baktım ablalar oynuyor otel kapısı gibi bir yerde. Zaten -sözde- klipteki efsane zoomlar beni benden aldı o da ayrı bir mesele.

Sonra durdum düşündüm nerden geldim ben buralara diye, düşünmez olaydım. Başlangıç noktası The Smiths'i geçtim, en olası haliyle Ferdi Özbeğen olan bir insan nasıl o listeyi Ankaralı Coşkun ile sonlandırır, içlendim açıkçası biraz.

Bu da evrenin bana "boşver be tatlım kalk iki Ankara havası oyna" deme şekli olabilir mesela.

Tıkla, da iki Ankara havası oyna blogdaş :P


Görsel için not: Ankara havası falan deyince Behzat'a yer vermeden geçemezdim.

Cut.

15 Ekim 2012 Pazartesi

Bu Rakı "Sahte Rakı"



Zaman zaman dünyanın adaletini fazlaca sorguladığım anlar olur.
Kimi zaman ise adil yanlarını da görürüm. Fakat işin içine şansa bağlı durumlar girdiğinde çok nadir insanlar bundan olumlu şeyler koparabiliyor.
Mesela bazı adamların harika yetenekleri, harika enerjileri olmasına rağmen gözlerden uzak olması, bununla birlikte; nerede kaypak adam varsa, nerede "ben" delisi adam varsa onların gün yüzüne çıkması iğrenç bir adaletsizlik bana göre.

Biraz sitemkar bir giriş yapmış olsam da size müthiş bir ekipten bahsedeceğim dostlar. Tabii aynı zamanda şimdiye kadar neden bahsetmediğim konusunda da baştan özrümü diliyorum..

" Sahte Rakı the Blues Band "


Bu adamlar öyle adamlar ki.. Öncelikle sahne performansları muazzam! Rock'n Roll ve Blues severler için kaçırılmayacak bir nimet adeta. Hatta sadece Rock'n Roll ve Blues da dememeliyim çünkü, bu gruba bir kere kulak kabartıldığı anda, hangi müziği dinlerseniz dinleyin, onların enerjisi karşısında kendinizi tutamayacaksınız  eminim ki siz de.. Bu yüzden tek bir kategoriye de sokamıyorum bu şahane insanları..

Efendim, ekip 8 kişiden oluşuyor. İsimleri ve çaldığı enstrümanlarıyla şöyle kısaca bir tanıtayım sizlere;
" Vokalde; Korhan Kodaman
  Gitarda; Emre Malikler
  Saksafonda; Fırat Avcı
  Saksafonda; Emir Erünsal
  Trombonda; Eser Evcil
  Mızıkada; Dinçer Tuğmaner
  Bass Gitarda; Eren Mutlu
  Davulda; Koray Kurt  " mevcut.

Hepsi gündelik yaşamdaki işlerinde de harika yerlerde olan, başarılı isimler ve bu isimlerin sahnede de bir araya gelmesiyle muazzam bir eğlence çıkıyor meydana..
Bir dönem "Hakan Bey" programında da orkestrada yer alıyordu kendileri.

Ayrıca gruba mızıkası ile eşlik eden Dinçer Tuğmaner, Pazar Akşamları 20.00' de, 94.5 Rock Fm'de "Akşam Treni" isimli bir Blues programı sunmaktadır. O program da ayrıca bir şaheser belirtmeden geçemem.

Bunların dışında bir de benim özellikle düşündüklerime gelecek olursak; her birinin harika muhabbeti ve inanılmaz samimiyeti var. Zaten onları "ben"ciliğin dışında tutan şey de bu müthiş samimiyetleri.
Fakat yazıya giriş cümlelerime bağlayacak olursam; bu müthiş adamların ve bir araya geldiklerinde ayrıca coşan muhteşem enerjilerinin daha fazla kitleye ulaşması o kadar mühim bir olay ki..
Piyasada müzik adı altında delicesine bir kirlilik varken ve o kirlilik, üzerine renkli boyalar atıla atıla, ittire ittire bir kalıba sokulurken, gerçek müzisyenlerin varlığına bizlerin ihtiyacı var..
Canlı performanslarda sesi bile çıkmayan insanları "sanatçı" diye izlerken neler kaybettiğimizi görmemizi sağlayan isimler de var işte bu piyasada, ama benim bilmem yetmez, senin, onun bilmesi de yetmez bu piyasa kirliliğini temizlemek için..
Onlar için her dinleyicinin önemi var muhakkak ister bir kişi olsun, ister milyonlar olsun. Fakat bizlerin esasında onlara o kadar ihtiyacı var ki.. İşte sırf bunun için daha çok dinleyelim, daha çok dinletelim ve kendimiz için bir şeyler yapmış olalım!

Duruşları ve samimiyetleri için onları tebrik ederek yazımı sonlandırıyorum. Bulup, araştırıp dinleyin derim, ben ufaktan bir yolluk sunacağım size tabii ki :)

Burdan yakalım         Bir de burdan yakalım          Haydi bir de burdan

Dahasını da siz araştırıp bulacaksınız artık ;)

Hoş kalın.
Cut!


20 Eylül 2012 Perşembe

Mimliyiz, Mimliler, Mimli

                                                 (Görsel içimden geldi)

Hey, blogdaş naber?
İyilik benden de işte. Canpare arkadaşım ve blogdaşım olan Sercancığım bana mim selamı yollamış yine :)
Yazmama ön ayak oluyor böylece, teşekkür ediyorum ona :)

Haydi şöyle geçelim.

***

Favori rengin?

Favori rengim ?? Aslında böyle tek bir cevap verilmesi gereken sorularla karşılaşınca geriliyorum ben. Yorum adamıyım yani. Adamıyım derken öyle değil. Aman neyse olmadı zaten hiç. Tek cevap vermesem olmaz mı ? Tabii ki olur.
Siyah severim, mavi severim, beyaz severim, bordo severim, gri severim. Fakat siyahın yeri bi farklıdır, her şeye uyum sağlar, asildir falan.

Favori hayvanın?

Hepsine bayılırım. Hayvanlar çoğu insandan daha güzel çünkü.
Gel gelelim ki; o köpekler yok mu o köpekler. Çok seviyorum kerataları.

Favori sayın?

Henüz çok bi hayrını görmüş olmasam da 6 ve 11 .

Facebook? Twitter?

İkisi de benim bebeklerim geyiğini yapayım mı ? Tamam, yapmıyorum.
İkisinin de farklı farklı yönleri var ama sanki artık Twitter daha bi "sosyal medya" temsili, aracı gibi geliyor.

Tutkunuz?

Gerçek tutkuyu bulmak. Vuu.
Şaka maka bu aralar en büyük tutkum gelecekteki beklediğim, umduğum iş olanakları. Hayal ettiğim gibi olursa güzel olur be. Olsun be. He ?

Hediye almak mı, vermek mi?

Lafı uzatıp kibarlık yapmanın alemi yok. Almak elbette :) Amaa, sevdiğim birisinin gerçekten çok istediği bir şeyi bulduğumda, onu o kişiye almak çok hoşuma gidiyor.  Kibarlık yapmaksızın "gerçekten" çok seviniyorlar ya hani o an, bayılıyorum işte ona :)

Favori günün?

Cuma - Cumartesi.

Favori çiçeğin?

Papatya ve Nergis. Hele Nergis öyle güzel kokuyor ki, mmm.


Ben de bu mim i , yazıyı ilk okuyup yorum yapan blogdaşıma aktarıyorum ( doğal olarak Sercan hariç :P ) . Kimse yorum yapmazsa da napalım artık, beğenen kapsın :)

Hoş kalın.

Cut.

13 Eylül 2012 Perşembe

Mim Var Dediler Geldim

Selaam blogdaşlar. İzmirden yepyeni geldim daha. Güzel bi tatildi, yer yer sıkılsam da iyiydi işte.
Canparem ablamı nişanladık mesela. Yerim onu ben.
Neyse, şimdi yeniden döndüm buralara ve baktım ki Sörcınım beni mimlemiş.  Hemmen şimdi onun mim'ine icabet ederek, yeniden aranıza dönme yazısını da yazmış bulunmak istiyorum.
Haaydin başlayalım.

Günün nasıl geçti?

Günüm güzel geçti. İzmir'den yeni dönmüş olma yorgunluğu vardı üzerimde biraz. Ama pek sevdiğim arkadaşım Tolga ile Benzin'e gittik. Çok şahane olmuş. Dekor falan şahaneydi, bayıldım. Sonra Ahmet'ler geldi başka yere geçtik falan, iyiydi yani.

İsim vermeden bahset; 

Haani kuşlaaar ağaçlaar, binbir renkli çiçekleeerr diyip kapatalım konuyu.

Neden hep cam kenarı?

Cam kenarı güzel bir yer çünkü. Geçmek isteyen insana yer verip rahatsız olma durumun yok. Kulaklığı takıp sessiz sakin yolunu izlersin mesela paşa paşa. O esnada bir şeyler düşünürsün, hayal falan kurarsın. İyidir yani. Ama bir de koridoru düşünelim. İnecek olana yer verme çilesi var. Hadi onu geçtim cam kenarına yola göz takılma durumu varken; koridor tarafında, yanında oturan kişinin uğraştığı şeye gözün takılıyor. Onun kitabına salça olmak, ya da anlamsız yere adamın mesajına göz kayması gibi. Bunları tabii yaptığım için söylemiyorum he yanlış anlaşılmasın. Maruz kalmıyor değiliz.

Bugün kendin için ne yaptın?

Bugün kendim için; arkadaşımla sohbet edip hasret giderdim, nargile içtim, batak oynadım. Evet bunları kendim için yaptım.

Twitter Anasayfa'nı aç, gözüne ilk takılan!







Evet, küfür ediyorum şu an.

Düşün ki o bunu okuyacak;

O, bu, şu, bizler, sizler hepimiz okuyalım ne güzel işte.

Kahkaha atmana neden olan karikatürler : 























Klavyeye bakmadan bir şeyler yaz:

Şu facebook oyu n isteklerinden bıktym usandım.

Cümle düşün, sonra yerlerini değiştirerek yaz:

konserini lansman Ceylan Ertem'in bugünkü kaçırdım.

Ctrl+V yap: 

http://www.youtube.com/watch?v=FzJ7oSK_kOU&feature=share

Ben de bu mim esnasından çok eğlendiğimi belirtmeliyim. Sercancığıma teşekkürlerimi sunarak . Ben de mim i  Bengü ' ye aktarıyorum.  Hoş kalın.

Cut.

13 Temmuz 2012 Cuma

Gülee Gülee Bannaa

Ben yine, geçen seneden tahmin edeceğiniz gibi Çandarlı'ya gidiyorum. En nihayetinde tatil yapmak benim de hakkım di mi ama? Herkese iyi tatiller dileyip kaçıyorum. Mutlu kalın.


Cut.


* Gene Geleceğim! *

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Foto Foto

Günaydın blogdaşlar.
Fotoğraf makinesi çekilişine katılmaktayım. 
Şans dileyin de bana çıksın. 

Fotografium Nikon D3200 Profesyonel Fotoğraf Makinesi Hediye Ediyor. Siz de katılın Nikon D3200Lowepro Çanta (DSLR Video Fastpack 250 AW Sırt Çantası) ve Slik Tripod (Slik 500DX Tripod) kazanma şansı elde edin.
http://goo.gl/ciXjD?ref=1062 adresini ziyaret ederek detaylı bilgi alabilirsiniz.

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Bugün'ü Not Ediyoruz


Eveet harika bir gün geçirdim a dostlar.
Güven Erkin Erkal'ı okulda ağırlama şerefine eriştim. Muazzam bir seminer oldu. Türkiye Rock Tarihi'nde neler varmış da bizim haberimiz yokmuş. Biliyorum diye geçinelim biz anca öyle.
Ayrıca üstatta öyle muhteşem bir birikim ve arşiv var ki, sonsuz saygı duyulası. Buna rağmen gösterdiği sonsuz mütevazılık da onu fazlaca sevmemiz için yeterli bir sebep.
Fakat ben anladım ki bizim yeni neslin yolu yol değil. Yani en azından bu konuya dair umut çok az.
Hiç ilgisi olmayan adamı bile bir yerinden çekebilecek öyle güzel, öyle saklı kalmış şeylere sahipti ki bu seminer.. Kıymetini bilene tabi.. Neyse ki ben fazlasıyla kıymetini bilip, pür dikkat dinledim, izledim, iyi ki de çağırmışım. Her şeyi geçtim, bize  - en azından bana -  bu kültürü bi şekilde aşılamış olan, şeker gibi, son derece  samimi bir adamla tanışmış oldum. Çalışmalarımıza dair harika fikirler de aldık, ufkumuzu açtı biraz daha önerileriyle. Benden mutlusu yok yani şu an.
Bu arada bir önceki yazıda umut ettiğim şey de gerçek oldu. Güzel ve keyifli birkaç tavla maçı gerçekleştirdik kendisiyle. Evet, yenildim elbette ama  en keyifli tavla yenilgisiydi.
Neyse dostlar ben imzalı güzel afişimi asmaya gidiyorum.
Bendeki bu heyecan da n'olucak bilmiyorum ama haydin görüşürüz.

Cut!

20 Mayıs 2012 Pazar

"Güven"li Kalalım!


Şimdi bir adam hayal etmenizi istiyorum.
Bu adam; sevecen mi sevecen, egolarından son derece arınmış, bilgisiyle insanları kendisine hayran bırakan, kıp kıvırcık bir adam :)
Kim midir bu adam ? Görselden tanıyamayanlar varsa onlar için söyleyeyim;
Elbette en kaliteli ve bilgili "müzik sever" Güven Erkin Erkal.
Benim ve rock müzik ile ilgilenen insanların %90'ı için Güven Erkin Erkal demek, "rock" demektir. Neden mi?
Çünkü ben vakti zamanında gerek yerli, gerek yabancı, gerek underground, gerekse popüler müzik gruplarını işte bu kıymetli adamın radyo & televizyon programlarında, dergilerinde öğrendim, dinledim.
Bazı insanlar vardır çoğu işi öyle güzel yaparlar ki, "vay be insan bu kadar da yetenekli olur mu be arkadaşım!" dersiniz içinizden. İşte bu adam öyle bir adam. Yaptığı bütün işleri kendisine yakıştıran cinsten.

Mayıs ayı içerisinde de birçok ilde ve birçok üniversitede engin bilgilerini genç kitlelere aktarmak için bir seminer başlattı Güven Erkin Erkal.
Seminerin adı Türkiye'nin Rock Tarihi.
Bu semineri ilk duyduğumda müthiş heyecanlandım, acaba dışarıdan katılım olur mu diye düşünüyordum ki aklımda bir ışık yandı.
"Ben de sorayım, belki bizim okula da gelir" diye geçiriverdim içimden ve sordum kendisine.
Tüm sevecenliğiyle, saniyesinde bana "elbette" cevabını veren bu güzel adamı ağırlamak için koyuldum iş başına. İşte gün ayarlamalardır, okuldaki izinlerdir, duyurulardır odur budur derken hallettim ve geldi çattı son 2 gün.
Ama öyle çok heyecanlıyım ki blogdaşlar.
Hem organizasyonun verdiği heyecan var, hem bu seminerde dinleyip daha da fazla öğreneceklerim var hem de oturup Güven Erkin Erkal'la muhabbet etme güzelliği var. Aklımdaki tonla soruyu sorup, enfes fikirlerini duymak istiyorum bir an evvel.
Hatta çok sağlam bir tavla ustası olduğunu bildiğimden, bir tavla maçı da teklif etsem mi diye de düşünmüyor değilim ama ezilme ihtimalim çok yüksek :)
Ama size şimdiden söyleyeyim eğer aklımdaki fikirlere güzel bakarsa, -ki bu adam öylesine güzel bir adamken- daha sıkça karşılaşabiliriz belki de :)
Neyse, bu yazıya son verirken üstadın kendi sözüyle kapatmak istiyorum.

Sert kalın, taviz vermeyin!

Cut!


24 Mart 2012 Cumartesi

Su Çok Güzel Gelsenize




Selam Nil'in takipçileri,

Ben de Nil'in takipçisiyim ama şu an buraya yazan anlayacağınız gibi Nil değil. Daha önce de bu geyiklere girilmiş belki hatırlarsınız. Amaç kendi blogumun reklamını yapmak. Bundan sonra yazacaklarım tamamen benim blogumla alakalı olacak yani. Yani kalan 3-5 satırda kendi blogumdan bahsedicem. Eeeh başlıyorum.

Ben Hakan, hatta Hakan Kurt. Blog dünyasına yeni atılmış olmama rağmen bu alanda oldukça deneyimliyim demek isterdim ama değilim. Daha önce kısa bir wordpress maceram oldu ama 15 yaşında blog yazan birinin blogları pek takip edilmiyor. Şimdi 21 yaşındayım, 6 takipçim var, biri fake. Bana gelince; grafik tasarım bölümünde okuyan bir üniversite öğrencisiyim. Ayrıca bölümümün getirisi olan fotoğraf konusunda biraz bilgiliyim. Ekşi Sözlük yazarı olmaktan dolayı gururluyum ama nickimi söylemem. Hep acayip başlıklara yazıyorum. Türkiye'de her 60 saniyede 2 milyon kişinin porno izliyor olması gibi. Neyse konumuzdan sapmayalım, çok da uzatmak istemiyorum. Nil'in netbooku beni oldukça zorluyor zaten.

Son olarak blog adresim: http://hakankurt7.blogspot.com/

Nil'i merak ediyorsanız eğer şu an karşımda ice tea içerek telefonumdan fruit ninja oynuyor. Bu kadar.

12 Mart 2012 Pazartesi

İyi de "Neden" ?


Gün geçmiyor ki bir şeylere daha anlam veremeyeyim. Veremeyeyim de ne acayip kelimeymiş, yazarken heceledim falan, o derece.
Neyse, şimdi anlatacağım şeye eminim aranızdan epey kişi bana destek çıkıp, "ulan bence de ne saçma şey" diyecektir.
Fakat bir de isteğim var ki; eğer anlayanınız varsa bu durumu, lütfen beni aydınlatsın.
Evet. Konumuz  "Reklamlar".
Reklam sektörünü epey severim. Hatta eğer Radyo, Televizyon ve Sinema okumasaydım, Reklamcılık okuyacaktım. Gel gelelim ki bu reklam sektörünün basitliği bütün beğenimi aldııı, götürdü!
Şu güzelim sektördeki sığlık durumu beni çileden çıkartıyor arkadaşlar. Yaratıcılık sıfır, tut ki bir şey yarattılar, onu türetmek sıfır. İlle de bir kopyacılıktır gidiyor ama bence bunun bir mantıklı açıklaması olması lazım. Çünkü bariz kopyacılık yani, insanın gözüne soka soka yapılan cinsten.
Mesela bu, geçmişten günümüze dek gelen iletişim dalındaki markalarının rekabeti.
Turkcell olsun, Avea olsun, Vodafone olsun, hepsi aynı.
Hepsi aynı anda bir kampanya çıkartıp, aynı anda bu kampanyaları birbirinin taktikleriyle müşterilere ya da müşteri olmasa bile izleyenlere sunuyor.
Son birkaç yıldır da reklamlarında komedyen kullanma olayı başladı. Cem Yılmaz, Şahan Gökbakar, Ata Demirer, Şafak Sezer vs.leriyle.. Hadi tuttunuz bu adamları oynattınız iyi dedik, hoş dedik, güldük. E bari konseptleri aynı yapmayın gözünüzü seveyim. Hepsinde bu komedyenler, girdikleri tiplemeler ile, asıl reklamı yapılan firmaya karşıt olan, ama mensup oldukları kurumdan rahatsızlık duyan, ama boş boş savunup, asıl reklamı yapılan şirketi öven hede hödöler. Yani ne bileyim bence bu tarz reklamlar insanı iter. Ben uyuz oluyorum şahsen bu tekdüzeliğe.
Bir ara Turkcell " gnctrkcll " reklamları yaparken aşmıştı bu sorunu ama yeni baştan sardı aynı döngüye.
Biraz yaratıcılık ya, biraz!
Bir diğer örneğim de cips reklamları.
Şimdi bir tanesi Megan Fox'u reklam yüzü yaptı diye, hop öbürü Pamela Anderson' ı reklam yüzü yapıyor.
Yine aynı konsept tabii. Seksi hatunlar cips yiyor, arada gülelim diye reklama espri falan katılıyor, yok birinde " kremimi sür. Ah, olmaz canım süremem cips yiyorum." , diğerinde " aa paçoz, kot mu giydin, git biraz ateşli ol." durumları.
Gerçi sadece bunlar değil, düşünseniz bin tane örnek bulursunuz şimdiye dek yapılan reklamlardan ama benim bu aralar gözüme en çok batanlar bunlar oldu.
İşte böyle amaa ;
Sorarım size okuyucularım sorarım! Neden böyle he neden ?
Niye bu adamlar birazcık farklı olmamakta bu kadar diretiyorlar ?

Cut!

28 Şubat 2012 Salı

Ben de özledim, ben de!


Selam blogdaşlar.
Şimdi bu blogu Muğla dönüşü yolculuğumda yazmaktayım. İnternet'im olduğu an da yayınlayacağım.
Şimdi diyorsunuz ki “aa ne ara gittin?”
Haklısınız. Ne zaman yolculuk yapacak olsam öncesinde yazardım buralara ama bu kez yazamadım. Olsun artık.
Muğla dediğime göre, tahmin edebileceğiniz gibi bitanecik ablamın yanına gittim.
Şu an aslında fazlaca üzgünüm yanından ayrıldığım için..
Haydi anlatayım o halde biraz.
Benim çokça geç açılıp kapanan okulum tatile girdikten birkaç gün sonra, biletimi alıp Muğla yollarına koyuldum. Sonunda da kavuştum güzelim ablama.. Ve oradaki harikulade insanlara..

Ben, insanların hayatı boyunca, yaşaması gereken şeyler, tanıması gereken insanlar varsa, elbet bir gün onu yaşayacaklarını düşünürüm. Bu kadere bağlı bir şey değil de daha çok, farklı bir hissiyat içeriyor bence.
Ve bu harika insanlardan dolayı yaşanan harika dakikalar, günler de buna dahil..
Ablam hayatına soktuğu insanlar konusunda çok başarılıdır mesela. Onun sayesinde ben de bu başarıdan payımı almıyor değilim.

Bu son Muğla' ya gidişimde de yine harikulade vakit geçirdim, hayatıma harikulade insanlar kattım ya da sevgilerini pekiştirdim..

Bazen hayatımızda zaten var olan ya da yaşamımıza yeni kattığımız insanlar en çekilmez şeyleri bile sevimli kılabilirler.
Bunun tam aksi olmaz mı, elbette olur ama şimdi o kısmı düşünmenin hiç alemi yok bence.

Harika bir haftadan sonra tüm üzgünlüğümle yeniden geri dönüyor olsam da, ne kadar içim buruk olsa da, en güzel şeyleri hafızamda tazeleyip, hep yeni baştan mutlu olmayı tercih ediyorum.
Çoğu zaman İstanbul'da çok bunalıyorum, olağanlıktan fazlaca sıkılıyorum..
Ama gün gelip uzaklaşınca biraz da olsa, hatta bir de üstüne bu güzel hafta gibi bir zaman geçirince çok mis oluyor.

Hatta ben bu yazıyı da ayrı ayrı harika bir üçlüye armağan ediyorum :)
Onlarla ne kadar keyifli vakit geçirdiğimi bilmeleri için, iyi ki o yaşanması gereken insanlara dahil oldukları için :)

Ama geceleyin yağmurlu, uzun, sessiz bir yolculuk insanı her zaman düşündürür ve hüzünlendirir bence. Şimdi de hissettiğim gibi..
Hele çok sevdiklerinin yanından ayrılınca bu hüzün birkaç kat daha devleşebilir insanın içinde.. Çünkü özlem denen bir duygu var hayatta..
İnsanın zaman zaman belini bükerken, kimi zaman da güçlendirip umut tohumları eken bir duygu..
Hayatta zamanımızın çoğu “özlemek” ile geçer. Sizce de öyle değil mi?
Birisini özlersiniz, bir anı özlersiniz, geçmişi özlersiniz hatta hislerinizi bile özleyebilirsiniz..
Bazen insanın içinde bir şeyler ölür ya, işte o hisleri..
Şu an ben de özlüyorum evet. Birkaç gün, birkaç saat öncesini.. İnadına gibi hızlıca geçen tüm keyifli anları..
Fakat yine de mutluyum, özlemeye değer şeyler, insanlar, zamanlara tanık olduğum, hayatımda kocaman bir yerleri olduğu için..
Bu yazı o halde aynı zamanda da tüm özlenenlere gelsin..
Şırkarım sizii ! :P

Not: Biliyorsunuz siz ama ben yine de tekrar söyleyeyim.. Ablamı çok seviyorum! Sonsuza dek baki kalacak cinsinden en “duygu” dolulukla..

Vee “Esmer Şeker”e nam-ı diğer Ketilman'a selam olsun.. :)
İyi ki de varsınız.. :)


Cut!

28 Ocak 2012 Cumartesi

Aklıma takılmasaydı iyi olabilirdi


Selam.
Yine yazasım geldi benim. Ve yine amacım yok.
Bugün aklıma bir şarkı sözü takıldı durdu. Düşündüm, düşündüm ama ne söyleyeni, ne de şarkının adını hatırlayamadım. Sonra aklımda dönen şarkı sözünü google a yazdım. Bir de ne göreyim. Rap imiş.
Açtım dinledim. Ama yine tanıdık gelmedi, sanırım hayatımda hiç dinlemedim.
Sonra biraz daha zorladım hafızayı ve aklıma geldi, bu şarkı sözünü tee yıllar önce bir arkadaşım msn iletisine mi ne yazmıştı. Ve benim sevgili bilinçaltım alıp saklamış kendince, tüm pesimist durumlarda açığa çıkarmak için.
Şu an sözü duymak için çıldırıyorsunuz değil mi ? Biliyorum.

Neyse, ondan sonra  durup baktım kendime. Hiç de pesimist değilim. Aksine pek mutluyum bu sıralar.
Ve o şarkı sözünü kendime göre uyarlamaya karar verdim. Haliyet-i ruhiyeme çok uydu.
Tamam yazıyorum artık.
Bu eski hali ;
"Güzel olan her şey dönebilir terse, bakabilen herkes görebilir bence."
Benim başkalaşımımdan sonraki hali ise;
"Kötü olan her şey dönebilir terse, bakabilen herkes görebilir bence."
Şu an saçma bulduğunuzun farkındayım.
O kadar konuştun bu muydu yani diyorsunuz. Ama evet buydu.
Çünkü baktım ve güzel olan şeyi gördüm. Kendi başkalaşımıma göre tersi olabileceğini gördüm.
Huzurluyum o zaman. Hepsi bu kadardı.
Öperim.

( Not: Şimdi bu satırı google a yazıp şarkıyı dinlemeye kalkmayın bence, zira hiç güzel değil, neden aklımda kalmış hala anlamıyorum.
Bak, dinle beni cidden açma. )

Cut!

24 Ocak 2012 Salı

Ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir?


Ölüm garip şey.. Hele insanın sevdiklerinin başına, gencecik yaşlarda geliyorsa daha da garip ve korkunç bir hal alıyor..
Hem de ne için bu ölüm?
O alınan yüklü vergiler var ya hani.. O, depremlere, felaketlere yardım yapılmayıp da, yeni baştan yapılıp bozulan, yapılıp bozulan yollar var ya.. İşte tam olarak o yollar yüzünden öldü bu insanlar..

Geçen aylarda okuldan tanıdığım ve sevdiğim bir arkadaşımızı babasıyla birlikte bir kazada kaybetmiştik..
Şimdi ise yine çok sevdiğim, çok şey paylaştığım arkadaşım yumdu gözlerini hayata trafik kazası illetinden dolayı.. Mekanları cennet olsun..
Bugün aldığım bu haber beni daha da bir etkiledi ve ben yapacak ya da söyleyecek pek bir şey bulamıyorum..
Şimdiye kadar onlarca insanın başına geldi bu.. İzledik haberlerde ve unuttuk.. Yine izleyip, yine unutacağız.. Yine kapanacak o acılar, üstü örtülecek.. Ve hala o yollar, bozulup yapılmaya devam edecek durmadan. Felaketlerden kısılan paralarla yapboz gibi oynanıp duracak.. 
Yazık.. 
Yaşanamamış tüm hayatlar için..

18 Ocak 2012 Çarşamba

Reklaming :)

Selam, pek sevgili blogdaşlarım.
Bugün size küçük bir reklam yapacağım. Aslında reklam da değil de, okulda, bölümümden birkaç değerli arkadaşımın, ilk kısa film denemelerini sizlerin seyrine sunacağım. Bu onlara sözümdü :)
Hem zaten, ilk çalışmalar her zaman çok izlenmeli ve üzerine çok fazla konuşulmalı ki insana bir şeyler katabilsin..

Buyurunuz efendim, karşınızda arkadaşlarımın ilk kısa film denemesi "Yanlışlıkla Oldu" ;)



Cut!

9 Ocak 2012 Pazartesi

Saat 04.13


Bazen insan kendini anlatamaz, kendini en iyi bilenlere bile..
Ya da anlatmaz..Saklı kalır hep bir yanı, bilmez kimse neden, nasıl diye.. Sormaz ya da.. Sadece belli kalıplar vardır ya hani.. İyisindir ya da kötü, bencilsindir ya da şefkatli, aşıksındır ya da nefret dolu.. Çünkü böyle olmak zorundadır ya hani.. Çünkü hayatın grisi yoktur, hep siyah ve beyazdır ya yalnızca!..
Kocaman bir yalan işte..
Bir insan, diğerini ne kadar iyi çözebilir ki? Ne kadar kuşkusuz ve emin olabilir her şeyden ? Birisinin ne hissettiğinden, öbürünün ne kadar haberi olabilir ki? Hangi sınırlarda tüm berraklığıyla algılayabilir?
Ben söyleyeyim, yok öyle bir şey..
Çünkü insan gizler hep bir şeyleri.. Hissettiğini, saklı kelimelerini.. Ki bu samimiyetsizlik ya da dürüst olmamak mıdır?
İnsan çoğu kez kendinden bile bir şeyleri saklarken, nasıl apaçık olabilir insanlığa ?
Diğer türlüsü fazla kendinden eminlik olmaz mı? Asıl samimiyetsizlik de bu değil midir ?
Hiç olmayan şeylerin arkasına sığınmak, " -mış gibi yapmak" değil midir asıl kandırmaca?
Çünkü insanın doğası bu.. Kandırmak ve kandırılmak üzerine kurulu.. Kendini, başkasını, kelimeleri.. Evet kelimeleri.. Çünkü kelimeler de  kandırılır.. Başka bir anlam içerip, bambaşka manalarda kullanılır, kelime oyunu falan deriz hani bizler buna..
Ki bu kandırmaca diye tabir ettiğim şey hayata kötümser bakmak falan da değil.. Farkındalık sadece..
Ve bu acı verir bazen..
Dürüstlük ve samimiyet denen şey de  tam olarak şu küçük çizgide ortaya çıkar.. Kendini mi kandırıyorsun yoksa başkasını mı ..?
İşte..Hepsi bu..

Cut!

6 Ocak 2012 Cuma

Belki de en güzeli böyle..


Merhaba canım blogdaşlarım! Uzun zamandır yazmıyordum değil mi? Beni unutmadınız umarım ki..
Neyse, unutmamış olmanızı dileyerek konuya giriyorum.. Bu yazımda haddim olmayarak size biraz öğütte bulunup yakınacağım..
Başlayalım mı?
Haydi...

Bu aralar en çok düşündüğüm şey, insanların arzularının, hissettiklerinin, özlemlerinin zamanla değişmesi..
Ya da çevresindekilerin böyle olduğunu düşünmesi..

Bakın mesela, beğenilerin zamanla değişmesi çok mantıklı bir şey bana göre. Fakat insan bunu anlayınca bazen, iş işten geçti mi diye düşünüp, üzülmüyor da değil..
Misal, zamanında çok sevdiğiniz bir sanatçıyı artık sevmiyor olabilirsiniz, ya da bir aktiviteyi, bir kitabı..
Ve o "artık sevmeme" zamanına geldiğinizde, arkanıza dönüp bakınca eğer geçmişte sevdiğiniz halde bazı şeyleri yapmamışsanız büyük üzüntü duyuyorsunuz..
Çünkü siz bir şeyi seversiniz, hatta tüketmeden, tadında seversiniz.. Sonra birileri gelir ve sizin bitmesinden korktuğunuz bir güzelliği hunharca savurur, son damlasına kadar tüketir, basitleştirir.. Bu sıradanlığa kurban giden şeyleri de zamanla sevmemeye başlarsınız, ama geriye dönüp bakınca o çok sevdiğiniz şeye dair bir anı göremiyorsanız, işte sizin beğenileriniz geçerken, tüm büyü de kaçıp gitmiştir.. Çünkü onu bir daha eski dozunda sevme şansınız olmaz belki de.. Ve elinizdeki fırsatı kaçırmış olma ihtimaliniz buna bağlı olarak çok yüksek olur..
Bu yüzden size öğüt ya da öneri her neyse ondan bulunmak istiyorum..
Sevdiğiniz şeyleri başkaları elinizden alıp tüketmeden siz işleyin kendi içinize.. Çünkü bir bakarsınız büyümüşsünüz, hatta yaşlanmışsınız ve eski heyecanında değil çoğu beğeniniz, sempatiniz..
"Her şeyi zamanında yaşamak" derler ya hani.. Eskiden her ne kadar bu cümleyi geçiştirmiş ya da önemsememiş olsam da, şimdi öyle iyi anlıyorum ki.. Siz de zamanı geçmeden anlayın ve yaşayın hissettiklerinizi!
13 yaşındasınız ve okuldan mı kaçmak istediniz? Kaçın! Çünkü 20 yaşınıza geldiğinizde bunun bir anlamı ya da heyecanı kalmayacak..
17 yaşındasınız ve çok sevdiğiniz bir grubun konserine mi gitmek istediğiniz ? Hemen gidin, deli gibi eğlenin.. Çünkü 30 yaşınıza geldiğinizde "o çok sevdiğiniz grubun" sizin için eskisi kadar büyüklüğünde önemi kalmayacak.. O konsere yine gideceksiniz belki evet. Ama 17 yaşındaki heyecanınızla değil..
Bunlar basit ve sıradan örnekler fazlasıyla.. Ama biliyorum ki siz benim "esasen" neyi kastettiğimi çok iyi anladınız..

Ve tam bu esnada fikir ayrılığı yaşadığım konu da oluyor tabii..
Çünkü beğeniler, zevkler her ne kadar zamanla değişse de, insanın içinde hissettiği şeyler öyle çabuk ve fazlaca değişemez bana göre.. Çünkü beğeni ya da ilgi bir "an"a aitken, insanın içinde yaşadığı bir takım hisler daha kavramsaldır..
Çünkü insan bir şeyi hisseder, bağlanır ve zamanla bir takım şeyler değişime uğrasa bile o içeride bir yerlerde kalan his değişmez.. Tıpkı ateşin içinde yanan küçük bir kor gibi.. Belki alev çıkartmaz ortaya durduk yere ama içten içe yanar usul usul ve güçlü bir rüzgar estiğinde aleve dönüşmemesi için de bir neden olmaz..
Bu yüzden beğenilerin değişmesiyle insanın içindeki hislerin değişmesini asla bir tutamam ve karşı çıkarım..

Ama yine de son olarak diyeceğim şudur ki; sevdiğiniz şeylere öyle sıkı tutunun ki, başka bir şeyin bunu  tüketmesine müsaade etmeyin.. İçinizdeki o kor hep yansın en usulluğuyla, en görünmezliğiyle olsa bile.. Yeter ki bir gün onun, bir şekilde büyük alevler de doğurabileceğine inanın... Hayatı yakalayın..
Sevmekteyim hepinizi..
Bu güzel şarkıda benden gelsin size, huzurla dolun.. "tıkla o zaman"

Cut!