30 Mayıs 2014 Cuma

Umut Ki Gönlümüzün Ekmeği



Eğer bu hayatta bir şeyler için yapacak hiçbir şeyiniz kalmadığını düşündüğünüz oluyorsa,
Umut edin.

Bu biliyorum ki şu an derin keder içinde olanlarımız varsa, onlara son derece anlamsız gelecektir. Hatta bu benim de hep içimde bi yerlerde barındırdığım ancak hiç uygulayamadığım bir şeydi.
Fakat o umut bazen öyle güzel bi yerde, öyle güzel bir şekilde geliyor ki asla inanamazsınız.

Mesela bu blogu biraz takip eden birisi bilir ki, ben mutlu olduğum zamanlarda pek de güzel yazılar yazamıyorum. Enteresandır ki biraz içime hüzün çöksün epey güzel ifade ediyorum kendimi. Tabii bundan anlarsınız ki birkaç sene öncesine kadar çok bedbahtmışım.

Neyse, esasında şunu söylemek istiyorum. Bundan kısa bir süre önceye kadar yine enteresan haller içerisindeydim. Diyordum ki ben bi blog yazarım şimdi, bütün halimi, ahvalimi bir güzel dökerim oraya.
Sonra bir erteledim, iki erteledim, üç erteledim.. Çünkü biliyordum ki bu kez hissiyatlarımı buraya aktarmak, onları elle tutulup, gözle görülür, unutulmaz şeyler yapmak demekti.
Aman bundan sakın "eee blog mu yazmayalım" anlamını çıkartmayın. Çünkü asla öyle değil. 
Sadece totem gibi düşünmüşlüktü yani. Kısacası küçük umutlardı iyi olup, iyi hissetmeye dair..

En güzel umut örneği ise; artık çok fazla yakınımda olan bi insanda vücut buldu..
En umudunu yitirdiği anda bile yine de bir yerden toparlayan, sabırlı, sadık, hayran olunası bir umut.. 

Mesela insanlar bu umut sayesinde ya da sonucunda demeliyim hayatının değiştiğini hissedebiliyor.
Bazen anlıyoruz ki umut ettiğimiz şey yanlışmış, zarar vericekmiş.. Ama bunu yine de deneyimle öğrenmiş oluyoruz.. Ki bazı deneyimler insanlara müthiş acılar verse de insanı insan yapan ve kişiliğini geliştiren en önemli şeyler de aslında o acılar diyebilirim.

Bütün o iç karartıcı şeylerden sonra bazı umutlar da öyle güzel sonuçlar veriyor ki, harikuladeliğini anlatabilecek herhangi bir kelime henüz tdk bünyesinde bulunmuyor.

Bu umutlar; "zamanla fikirlerin, hislerin değişebileceğini" öğretiyor insana. Belki de beylik laflar etmenin saçmalığını gösteriyor.

Yine benim için umut emsali olan birisini içimden anarak bitiriyorum yazımı.. İyi ki birileri bir şeyleri bıkmadan, usanmadan umut etmiş ve yine birileri iyi ki zamanla gelen değişimleri kucaklamış, sevmiş :) 

Hep umut dolu olun ve hayat size bolca güzellikler getirsin. 
Yani özet olarak, en sonunda o tünelin ucundaki ışığı görebilin..
Öperim.

Cut!

27 Aralık 2013 Cuma

İç Dökmeceli & Saçmalamalı Şeyler



Selam blogdaş, naber?

Bu aralar çok acayip haller içerisindeyim. Dedim beni en baba kim anlar, blogum!

Ya mesela hiç şey duygusunu hissettin mi ? Böyle bir şeye ya da bir yere aitken sürekli şikayet edersin falan, ama gün gelir, o şikayet ettiğin şey elinden alınırsa, deli gibi oflaya puflaya yaptığın şeyleri özler olursun. Yahu bu ne dandik bi his. Nankörlük desem değil, buldu da bunamacılık desem değil nasıl bir şey arkadaşım bu?

Yani mesela yapmam gereken onlarca şey var,  ama bu düşünceler, hissiyatlar ciddi şekilde konsantrasyonumu etkiliyor.

Ahhh, bir de hazır bu gece baya doluyken bir konudan daha söz etmek istiyorum..

Şimdi küçük bir insan topluluğu düşünün. Bu insan topluluğu sizin işleriniz ya da yapacaklarınız henüz plan aşamasındayken size; "aslansın, kaplansın, ben her türlü yardımı edicem sana, tamam ya bende o, ayarlarım ben, neeet ! " falan desin. Sonra sizin o plan aşamasındaki işleriniz gerçeğe dönmeye başlasın ve "dur bi bakalım şu şu bana böyle diyordu bi yoklayayım" dediğinizde... Pufff.. Hepsi uçmuş gitmiş olsun.
Korktun di mi ?
Böyle insan mı olur, durum mu olur? Bayaa bayaa cibiliyetsizlik yani.
Ya da bir şeye umutlandırıp umutlandırıp, afedersin ama "nah" yapmak gibi.
Ayıp değil mi olm, o nasıl iş öyle, yapmayın, etmeyin böyle şeyler gözünüzü seveyim. Darlandım burda.

Ayrıca buradan yetkililere sesleniyorum...
Ya da neyse, bi şey yapamazlar zaten.


(Not: Görsel ararken karşıma Behlül'ün arabada aağğğğhhkk diye çıldırma sahneleri çıktı. Heh işte aynen öyleyim. )


Öptüm sizi şapşup.

Cut!

27 Eylül 2013 Cuma

Eğer Unutursak ...



Bugün size vizyonda olan bir filmden bahsedeceğim.
"Menekşe'den Önce"..
Bu belgesel formundaki yapıtın konusu Sivas Katliamı..
O günü, hemen öncesini ve sonrasındaki acıyı anlatıyor.. Gözleriniz dola dola izliyorsunuz.. Kimileri dayanamayıp hıçkıra hıçkıra ağlıyor.. Çünkü tatmadığınız o acı, bi anda içinize doluyor. Yapanlar yerine siz utanıyorsunuz ..
Filmi izlerken o kadar farklı duyguyu bir arada tattım ki size anlatamam. Hüzün, acı, nefret, kin.. ve dahası!
İnsanların, karşıt olduğu her şeyi yakıp yıkarak ruhlarını nasıl temizlemeye çalıştıklarını bizzat izlemiş oldum. Ama yok, öyle temizlenmiyor işte.. Şimdi düşünüyorum bu acıyı yaşatan insanlar, üstünden 21 yıl geçtikten sonra hala ellerini kollarını sallaya sallaya gezerken, bir an olsun pişmanlık duyuyorlar mıdır? Yoksa gerçekten kalpleri o günkü gibi soğuk mudur? 
Olayı bilmeyenler için burada herhangi bir açıklama yapmicam, çünkü araştırılıp ciddi ciddi üzerinde düşünülmesi gerekilen bi konudur bana göre..

Bundan 2-3 sene önce olayın yıl dönümü gününde, yaşamını yitirenleri andığımda bir arkadaşım bana " aa sen de alevi misin, bilmiyordum, olaya tepkine şaşırdım o yüzden." demişti.
Hayır değilim alevi.
Ama böyle acıların renginin, mezhebinin, ayrımının, türünün olduğunu düşünmedim hiçbir zaman..
İşte şimdi insanlar bir şeyleri söylemeye o kadar çekiniyor ki.. Daha doğrusu kategorize edilmekten o kadar korkuyor ki.. Çünkü artık işler şu şekilde yürüyor; "bir şeye tepki gösteriyorsan, bir diğerine karşısın; birini seviyorsan, bir diğerinden nefret ediyorsun. Bir şeyi severken, aynı zamanda eleştiremezsin. Çünkü sen "o"sun, "bu"sun, "şuna"aitsin.." gibi zırvalıklar işte..

Yahu insanların görüşlerini ifade ettiği, ya da ifade ediş biçimlerinin hoşa gitmediği taktirde öldürüldüğü, yakıldığı, yıkıldığı bir şey karşısında nasıl tepkisiz kalır ki insan ? Nasıl der ki ; "ama sen "şu"sun niye tepki gösteriyosun ki buna?" diye nasıl der? Acıların, ölümlerin rengi yoktur. Eğer insansan yoktur..
Üzerinden 21 yıl geçmesine rağmen değişti mi peki bir şey? Ders alındı mı ?
Hayır.
Kesinlikle kocaman bir HAYIR..
Hala insanlar düşünüyor, tepki gösteriyor ve ölüyor.
Neden?
Çünkü "birileri" diyor ki; "bak bu adam seninle aynı düşünmüyor, senin yaptıklarını yapmıyor, senden değil. Senin hoşuna gitmeyen şeyleri, senin hoşuna gitmeyecek biçimde söylüyor. Ona eyvallah demeyeceğine göre, haydi saldır!" ...
Ve ne yazık ki buna alet olanlar, buna tahammül edemeyip yakanlar.. Ne sizi ne de "yitirilenleri" eğer unutursak yazıklar olsun...


Dipnot: Filmi izleyin. Savunmasanız bile, alakanız bile yoksa da izleyin. Sadece anlamak için..

Yönetmen: Soner Yalçın   /   Müzik: Fazıl Say



Saygıyla

...


12 Temmuz 2013 Cuma

Bloggerlar Çalıyor



Selam blogdaşlar,
Naaptınız yahu hiç ses soluk yok?
Muhtemelen blog aleminin tozlu raflarına kaldırıldığım için bu yazıyı kimse okumayacak ama okuyun güzel şeylerden bahsedicem. Haydi bakiim.

Aslında çok güzel şeyler olmuyo bu aralar dünyada, ülkede.. Daha doğrusu çok güzel olup da zorla mahvedilen şeyler baş göstermekte.. Evet, anladığınız gibi tabii ki "Gezi" den bahsediyorum. Şimdiye kadar onlarca şey yazmak istedim bu konuyla ilgili ama kelimelerin ne kadar boş, yetersiz kalacağını bildiğimden kendimce konuştum durdum. Sinirliyim, üzgünüm, şaşkınım ve benzeri çoğu şey...

Neyse ki böyle şeylerin arasında bazen güzel hadiseler de patlak verebiliyor.
Olay şu ki sevgili müzisyen blogdaşlarımız şahane bir projeye girişmişler. Hatta şu an ikincisi için kollar sıvanmış bile.
Proje, "Bloggerlar Çalıyor".
Projeyi başlatan blogdaş, http://yufkayureklikelgobekli.blogspot.com blogunun sahibi.
Hatta ve hatta en öncelikle caanım arkadaşım Mr. Patates de bu projede yer alıyor. İlk projedeki diğer isimler ise; Debriyaj , BangBang , SenbonZakura ve ZeyneptunJupiterdim .

Farklı farklı yerlerde oldukları halde, ilgi alanlarınca kayıtlar alıp bir araya getiren bu müzik aşığı blogdaşlar, bence muazzam bir işe el atmışlar. Hele ki ilk parçaları "Kesmeşeker - Her Şey Sermaye İçin Sevgilim" olunca hepten beni benden aldı bu hadise.


Onları sonunda kadar destekliyor ve kocaman tebriklerimi iletiyorum. Sonraki projelerinde vokal desteği yapma isteğimle yazıyı sonlandırırken hemmen size dinlemeniz ve projeyi başlatan blogdaşı tanımanız için link  veriyorum. Bilenler bilmeyenlere anlatıversin, haydi bakalım.


şimdi buraya tıklamalısın


Selaam olsun.

Cut.

15 Kasım 2012 Perşembe

' Ne zaman sarhoş oldun da , tek odalı kağıttan şatomda '



Selam, naber blogdaş?

Geçenlerde cânım blogdaşım Sercan ile "haydi blog yazalım artık yahu" hayıflanmalarında bulunduk.
Bugün atmış o ilk adımı. Ben de peşi sıra harekete geçeyim dedim, yoksa paslanıp kalacağız öyle.

Normalde aklımda hiçbir konu yoktu ama yine bugün size tamamen spontane bir şekilde dinlediğim müziklerin bana yaptığı türlü oyunlardan bahsedeceğim.

Az evvel youtube'da bir şeyler izlerken klasik yandaki sekmelere dalarak binbir farklı müzik dinledim. Hep de yakın tarzlar çıktı peşi sıra. Gayet güzel bir şekilde sessiz sakin şarkıları dinliyordum. İşte The Smiths'ten tut, Ferdi Özbeğen'e kadar gitti şarkılar.
Tabii o esnada böyle dingin, hafif hüzünçlü bir ortam da oluştu zihnimde. Düşünüyorum, plan kuruyorum kafamda falan, çoğunu düşüne düşüne deliriyorum, sonra neyse ya diyorum, sonra biraz daha düşünüyorum ve sonra biraz daha..
Anladığınız üzere karıştım da karıştım o şarkılar arkada akıp giderken.
En son baktım Erdem Yener'den Belki çalıyor, onu da dinledim güzelce..
Vee en anlamlı kısma geliyoruz ki; Erdem Yener'i dinledikten sonra üstte Ankaralı Coşkun diye bi abimiz çıktı "Ankara'nın Bağları [Orjinal Klip]" diye karşıma. Bir gaflettir tuttum onu da açtım, baktım ablalar oynuyor otel kapısı gibi bir yerde. Zaten -sözde- klipteki efsane zoomlar beni benden aldı o da ayrı bir mesele.

Sonra durdum düşündüm nerden geldim ben buralara diye, düşünmez olaydım. Başlangıç noktası The Smiths'i geçtim, en olası haliyle Ferdi Özbeğen olan bir insan nasıl o listeyi Ankaralı Coşkun ile sonlandırır, içlendim açıkçası biraz.

Bu da evrenin bana "boşver be tatlım kalk iki Ankara havası oyna" deme şekli olabilir mesela.

Tıkla, da iki Ankara havası oyna blogdaş :P


Görsel için not: Ankara havası falan deyince Behzat'a yer vermeden geçemezdim.

Cut.

15 Ekim 2012 Pazartesi

Bu Rakı "Sahte Rakı"



Zaman zaman dünyanın adaletini fazlaca sorguladığım anlar olur.
Kimi zaman ise adil yanlarını da görürüm. Fakat işin içine şansa bağlı durumlar girdiğinde çok nadir insanlar bundan olumlu şeyler koparabiliyor.
Mesela bazı adamların harika yetenekleri, harika enerjileri olmasına rağmen gözlerden uzak olması, bununla birlikte; nerede kaypak adam varsa, nerede "ben" delisi adam varsa onların gün yüzüne çıkması iğrenç bir adaletsizlik bana göre.

Biraz sitemkar bir giriş yapmış olsam da size müthiş bir ekipten bahsedeceğim dostlar. Tabii aynı zamanda şimdiye kadar neden bahsetmediğim konusunda da baştan özrümü diliyorum..

" Sahte Rakı the Blues Band "


Bu adamlar öyle adamlar ki.. Öncelikle sahne performansları muazzam! Rock'n Roll ve Blues severler için kaçırılmayacak bir nimet adeta. Hatta sadece Rock'n Roll ve Blues da dememeliyim çünkü, bu gruba bir kere kulak kabartıldığı anda, hangi müziği dinlerseniz dinleyin, onların enerjisi karşısında kendinizi tutamayacaksınız  eminim ki siz de.. Bu yüzden tek bir kategoriye de sokamıyorum bu şahane insanları..

Efendim, ekip 8 kişiden oluşuyor. İsimleri ve çaldığı enstrümanlarıyla şöyle kısaca bir tanıtayım sizlere;
" Vokalde; Korhan Kodaman
  Gitarda; Emre Malikler
  Saksafonda; Fırat Avcı
  Saksafonda; Emir Erünsal
  Trombonda; Eser Evcil
  Mızıkada; Dinçer Tuğmaner
  Bass Gitarda; Eren Mutlu
  Davulda; Koray Kurt  " mevcut.

Hepsi gündelik yaşamdaki işlerinde de harika yerlerde olan, başarılı isimler ve bu isimlerin sahnede de bir araya gelmesiyle muazzam bir eğlence çıkıyor meydana..
Bir dönem "Hakan Bey" programında da orkestrada yer alıyordu kendileri.

Ayrıca gruba mızıkası ile eşlik eden Dinçer Tuğmaner, Pazar Akşamları 20.00' de, 94.5 Rock Fm'de "Akşam Treni" isimli bir Blues programı sunmaktadır. O program da ayrıca bir şaheser belirtmeden geçemem.

Bunların dışında bir de benim özellikle düşündüklerime gelecek olursak; her birinin harika muhabbeti ve inanılmaz samimiyeti var. Zaten onları "ben"ciliğin dışında tutan şey de bu müthiş samimiyetleri.
Fakat yazıya giriş cümlelerime bağlayacak olursam; bu müthiş adamların ve bir araya geldiklerinde ayrıca coşan muhteşem enerjilerinin daha fazla kitleye ulaşması o kadar mühim bir olay ki..
Piyasada müzik adı altında delicesine bir kirlilik varken ve o kirlilik, üzerine renkli boyalar atıla atıla, ittire ittire bir kalıba sokulurken, gerçek müzisyenlerin varlığına bizlerin ihtiyacı var..
Canlı performanslarda sesi bile çıkmayan insanları "sanatçı" diye izlerken neler kaybettiğimizi görmemizi sağlayan isimler de var işte bu piyasada, ama benim bilmem yetmez, senin, onun bilmesi de yetmez bu piyasa kirliliğini temizlemek için..
Onlar için her dinleyicinin önemi var muhakkak ister bir kişi olsun, ister milyonlar olsun. Fakat bizlerin esasında onlara o kadar ihtiyacı var ki.. İşte sırf bunun için daha çok dinleyelim, daha çok dinletelim ve kendimiz için bir şeyler yapmış olalım!

Duruşları ve samimiyetleri için onları tebrik ederek yazımı sonlandırıyorum. Bulup, araştırıp dinleyin derim, ben ufaktan bir yolluk sunacağım size tabii ki :)

Burdan yakalım         Bir de burdan yakalım          Haydi bir de burdan

Dahasını da siz araştırıp bulacaksınız artık ;)

Hoş kalın.
Cut!


20 Eylül 2012 Perşembe

Mimliyiz, Mimliler, Mimli

                                                 (Görsel içimden geldi)

Hey, blogdaş naber?
İyilik benden de işte. Canpare arkadaşım ve blogdaşım olan Sercancığım bana mim selamı yollamış yine :)
Yazmama ön ayak oluyor böylece, teşekkür ediyorum ona :)

Haydi şöyle geçelim.

***

Favori rengin?

Favori rengim ?? Aslında böyle tek bir cevap verilmesi gereken sorularla karşılaşınca geriliyorum ben. Yorum adamıyım yani. Adamıyım derken öyle değil. Aman neyse olmadı zaten hiç. Tek cevap vermesem olmaz mı ? Tabii ki olur.
Siyah severim, mavi severim, beyaz severim, bordo severim, gri severim. Fakat siyahın yeri bi farklıdır, her şeye uyum sağlar, asildir falan.

Favori hayvanın?

Hepsine bayılırım. Hayvanlar çoğu insandan daha güzel çünkü.
Gel gelelim ki; o köpekler yok mu o köpekler. Çok seviyorum kerataları.

Favori sayın?

Henüz çok bi hayrını görmüş olmasam da 6 ve 11 .

Facebook? Twitter?

İkisi de benim bebeklerim geyiğini yapayım mı ? Tamam, yapmıyorum.
İkisinin de farklı farklı yönleri var ama sanki artık Twitter daha bi "sosyal medya" temsili, aracı gibi geliyor.

Tutkunuz?

Gerçek tutkuyu bulmak. Vuu.
Şaka maka bu aralar en büyük tutkum gelecekteki beklediğim, umduğum iş olanakları. Hayal ettiğim gibi olursa güzel olur be. Olsun be. He ?

Hediye almak mı, vermek mi?

Lafı uzatıp kibarlık yapmanın alemi yok. Almak elbette :) Amaa, sevdiğim birisinin gerçekten çok istediği bir şeyi bulduğumda, onu o kişiye almak çok hoşuma gidiyor.  Kibarlık yapmaksızın "gerçekten" çok seviniyorlar ya hani o an, bayılıyorum işte ona :)

Favori günün?

Cuma - Cumartesi.

Favori çiçeğin?

Papatya ve Nergis. Hele Nergis öyle güzel kokuyor ki, mmm.


Ben de bu mim i , yazıyı ilk okuyup yorum yapan blogdaşıma aktarıyorum ( doğal olarak Sercan hariç :P ) . Kimse yorum yapmazsa da napalım artık, beğenen kapsın :)

Hoş kalın.

Cut.